NİÇİN AFRİKA Chimpembere NİÇİN AFRİKA Afrika kıtası dünya topraklarının yüzde 24’ünü oluşturmaktadır. Buna karşılık nüfusu yüzölçümüne oranla çok azdır. Sadece 1 milyar civarında nüfusa sahiptir. Doğal olarak çöl bölgelerinde daha az nüfuslu olmasına rağmen Batı Afrika, Sahil ve Orta Afrika ülkeleri daha yoğun nüfusludur. Fakat nüfusun az olmasındaki etkenlerden önemli birisi de Atlantik Köle ticareti sırasında milyonlarca insanın Afrika'dan koparılıp götürülmesidir. Coğrafi keşifler (!) ve sanayileşmenin başlamasıyla Afrika özgürlüğünü kaybetmeye başlamıştır. Çünkü birileri için sömürülecek birçok kaynağı olan araziler olarak görüldüğü için keşfedilmiş olan yerler birilerinin vatanı idi. Amerika’nın ve beyaz Avrupalılar yüzyıllarca Afrika kıtasını sömürdükleri için Afrika ülkeleri bağımsızlık öncesi ve sonrasında daha çok komünist Rusya ile ilişki içinde olmuşlardır. Bu da sosyalist akım ağırlıklı olan hareketlerin bağımsızlıkta etkili olmalarıyla sonuçlanmıştır. Bağımsızlıktan sonra da anayasalarından yönetim biçimlerine ve bayraklarına varıncaya kadar yansımıştır. Sovyet Rusya’nın Afrika’da sömürgecilik yaptığını görmedikleri için sömürgeci olmadığını düşünüyorlar. Fakat Sovyet Rusya döneminde neredeyse Afrika ülkeleri kadar ülke Rusya’nın sömürgesi altında idi. Şu anda bile hala birçok ülke Rusya tarafından sömürülmeye devam ediyor. Afrika Ulusla Kurtuluş hareketlerini destekleyen Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Afrika ülkeleri Rusya’nın da bir sömürge İmparatorluğu olduğunu anlamışlar biraz geç de olsa. Fakat bunun hala farkına varmayanlar da var. Veya Güney Afrika Cumhuriyeti gibi ekonomik sebeplerden dolayı hala Çin ve Rusya gibi ülkelerle işbirliğini geliştirmeye çalışanlar var. 40 milyon ile 100 milyon arasında verilen rakamlarla insanı köleleştiren ve Afrikalı insanın kanları ve terleri üzerine kurulan bugünkü Yeni Dünya Düzeni, Dünya’yı kan gölüne çevirmektedir. Afrika kıtası ile Amerika ve Avrupa arasında 56 bin gemi seferi yaparak tarihin en büyük insan ticaretini ve soykırımını yapma alçaklığı unvanına sahip Batılılar bugün hâlâ nasıl konuşabiliyorlar anlamak zor. Köleliği kaldırdığını ilan eden ve bunun insaniyet namına yaptıklarını söyleyen batılılar tamamen yalan söylemektedirler. İngiltere başta olmak üzere köleliği kaldıran devletlerin köleliği kaldırmalarının en temel sebebi artık o kölelerin üreticilere daha maliyetli olmasıdır. Çünkü artık onların yerlerine üretim yapacak makineler yapılmıştı. Makineler yapıldığı için kölelere ihtiyaç yoktu. Makineler köleleşmiş, köleler de özgürleştirilmişti ama adı ölüm olan bir özgürlük. Çünkü makinelerin isyan kabiliyetleri yoktur. Tarihte Afrika insanına çok zulmeden batılılar bundan hala vazgeçmiş değildir. Ve ellerinden geldiğince Afrika ülkelerinde istikrarsızlık çıkartmak için uğraşmaktadırlar. Tek tek sayılamayacak kadar olan bağımsızlık sonrası iç savaşların tamamı batılı senaryoların ürünüdür. Çünkü eğer Afrika ülkeleri istikrara kavuşursa Batılılar bu ülkeleri sömüremeyeceklerdir. Amerika sadece petrol üreticisi Arap ülkelerini sömürmüyor. Petrol üreticisi Afrika ülkelerini de sömürüyor. Bugün hâlâ Angola’da üretilen petrolün yüzde 95’i Amerika’ya gitmektedir. Bugün Sudan’ın Darfur bölgesindeki problemin temelinde de sömürgecilik ve bölgedeki iştah kabartan yeraltı kaynakları vardır. İngiltere ve Fransa 1899’da yaptıkları anlaşmada Sudan’ı paylaşmışlar. Fransa Darfur’u İngiltere’ye bırakmıştır. İngiltere de Çad’ın kimi kesimlerini Fransa’ya bıraktı. Afrikalı insan sömürgecilerden ve onun maşalarından çok çekti ve çekiyor. Sömürgecilik bitti mi hayır kesinlikle bitmedi hala devam ediyor. Sadece form değiştirdi. Direk sömürmek artık biraz zorlaştığı ve zahmetli olduğu için yerlerine bıraktıkları kuklaları ve maşaları vasıtasıyla sömürüyorlar. Afrikalı insanın yeni sömürgecilere ve sömürge mantıklı kişi, kurum ve devletlere değil adil bir paylaşım gayretinde olan, tahakkümü değil işbirliği ve kardeşliği hedefleyen, beyaz adamın yıkıcılığı ve yakıcılığı yerine yapıcı ve geliştirici kişi, kurum, şirket, yatırımcı, organizasyon ve devletlere ihtiyacı var. İşte bu noktada Türkiye’nin Afrika’ya yönelik yapacağı çalışmalar çok büyük önem arzetmektedir. Hem Afrika ile varolan tarihi bağlarımız hem de Türkiye'nin tarihsel tecrübesi bu çalışmaların kolay bir şekilde cereyan etmesine yardım edecektir. Türkiye kendisi unutmuş / unutturulmuş olsa bile Afrikalı insan, kendilerini sömürgeci güçlere karşı korumaya çalışan Hilafet-i Osmaniye'yi hala unutmamıştır. Afrikalı insanın söylediği şey `siz sömürgeci değilsiniz siz zalim değilsiniz'dir. Sömürgecilik, sömürgeciliğin neticesi olarak vahşi kapitalizm ve kölelik, beyaz ırkın üstünlüğü(!), sömürgeci güçler tarafından fakir bırakılma gibi insan şahsiyetini yok eden unsurlar bir araya gelince işte bugünkü sahne ortaya çıktı. Afrika kıtası çok zengin bir kıtadır. Sömürgecilerin 400 yıldan fazla bir zamandır sömürmelerine rağmen hala zengin bir kıtadır. Fakat bu zenginliğini kullanabilecek istidat ve iktidar maalesef yoktur. Bunların yokluğunun sebebi ise sömürgeci güçlerin Afrikalı insanı eğitimsiz bırakmasıdır, ekip dikmeyi madenleri çıkarmayı göstermemiştir. İşin hamallık tarafını yaptırmışlar, temizlik yapmaktan başka bir şey de öğretmemişlerdir. hâlâ ülkelerindeki yeraltı zenginliklerinin çoğunu beyazlar çıkarmaktadır. Peki hiç mi eğitim almadılar. Elbetteki aldılar. Ama kimler? Misyoner okullarına gitmeyi kabul edenler eğitim aldılar. Elbetteki bu eğitim almanın da bir karşılığı vardı. İşte eğitim karşılığı misyonerlerin onlardan aldığı ise dinleri, dilleri ve ülkelerinin gelecekleri oldu. Bağımsızlık sonrası Afrika ülkelerinde iktidara gelen liderlerin hepsi misyoner okullarında yetişmiş yüksek öğretimlerini de batılı ülkelerde yapmış kişilerdir. Mesela Tanzanya devlet başkanı olan Nyere, Malavi devlet başkanı olan Kamuzu Banda, Zambiya devlet başkanı olan Kavondo, Güney Afrika devlet başkanı olan Nelson Mandela gibi...Elbetteki bu sadece siyasi kişiliklerle kalmadı. Afrikalı insan da Hıristiyanlaştı. Afrika kıtasında 1900 yılında Hıristiyan nüfus sadece yüzde 7 iken bugün yüzde 50'dir. Bu Hıristiyanlaşan yüzde 43'lük kesimin de yüzde 60'tan fazlası 1965'te sona eren II. Vatikan Konsili sonrasında olmuştur. 1440'larda başlayan yaklaşık 550 yıllık sömürge tarihinin ilk dörtyüz yılında sadece yüzde 7'yi Hıristiyanlaştırabilirken 1900'lerin başından itibaren değiştirilen strateji sayesinde yüzde 50'lere ulaşmıştır. Bu strateji Afrikalıların Afrikalılar eliyle Hıristiyanlaştırılmasıdır. Bunun için direk Vatikan'dan idare edilen her ülkede Afrikalı çocukları ilkokuldan üniversite seviyesine kadar eğitim-öğretim veren ve buradan mezun oldukları zaman kendi halkına Hıristiyanlığı yeterince öğretebilecek seviyede papaz oldukları kolejler açmışlardır. Bu kıtanın insanı, renginden dolayı Afrikalı insanı aşağılamayan bir din istemektedir. Bu din ise son Hak din olan İslam’dır. Ve Afrika kıtası sömürge zihniyetinden bağımsız bir zihne sahip yeni bir Müslüman nesle ihtiyaç duymaktadır. Türkiye sahip olduğu jeopolitik ve jeostratejik konumunun farkına varmak zorundadır. Türkiye’nin Afrika’ya yapacağı açılım çalışmaları Orta Asya’ya yapılanlar gibi Amerika’nın maşası olarak onları komünizmden alıp kapitalizmin kucağına atan bir şekilde olmamalıdır. Türkiye Orta Asya’nın vebalini ödeyemezken bir de Afrika’nın vebalini üstlenmemelidir. Türkiye ya kendi olarak gitmeli ya da Afrika’nın yeniden sömürgeleştirilme projesine katılmamalı. Ortadoğu meselesinde olduğu gibi BOP gibi projelerin içinde varolarak bu tür açılımların gerçekleştirilemeyeceği ise izahtan varestedir. Türkiye en kısa zamanda kendisi olarak bütün Afrika ülkelerinde elçiliklerini veya temsilciliklerini açmalıdır. Afrika Ülkeleri ile ilişkilerini en üst düzeye çıkararak geliştirmelidir. Türkiye istemese de bu, Türkiye’nin yüklenmekten kaçamayacağı / kaçmaması gereken Türkiye’ye yüklenmiş tarihi bir görevdir. Türkiye’nin de Afrika ülkelerinden alacağı tecrübeler vardır. Muz Cumhuriyeti diye beğenilmeyen ülkelerde demokrasi denen sistemin ne ise nasıl işlediği (Türkiye’de de demokrasi olarak adlandırılıyor ama) görülmelidir. Ve üniversitelere girişte, üniversitelerde ve çeşitli yerlerde uygulanan ilkel yasakların ne kadarca aptalca olduğu ve Türkiye’nin ayaklarına pranga olduğu ve beğenilmeyen Afrika ülkelerindeki kabilelerde bile olmadığı görülmelidir. Türkiye’nin ayağına en büyük bağ maalesef yine Türkiye’dir. Türkiye’de Batılıların uşağı kalemşorlar Türkiye ile Afrika kıtasının iyi ilişkiler içinde olmasını istememektedir. Israrla Afrika’nın yamyamlarla dolu olduğu, insanları yediği oralara gidilecek hiçbir şeyin olmadığı temasını işlemektedirler. Halbuki Afrika kıtası Avrupa’dan daha iyi kendi kendine yetebilecek bir kıtadır. Ama yerel uşaklar eliyle Afrika kıtasını sömürmeye hala devam ettikleri için üretilen bütün ürünler Avrupalı eski efendilere gitmektedir. Kenya’dan Hollanda’ya her gün bir uçak dolusu gül ve karanfil gider. Bizim Türkler de gider Hollanda’dan gül ve karanfil satın alır. İngiltere’nin çayı Kenya, Malavi ve Zimbabwe’den, tarım ürünleri et, süt vs de Güney Afrika Cumhuriyeti’nden gider. Avrupa bu. Afrika’dan gelen tonlarca et ve diğer tarım ürünleri Afrika’dan gelmesin açlıktan ölürler. İtalyanlar ve diğer Avrupalı devletler Türkiye’den aldıkları malları ellerini bile dokunmadan Afrikalılara satarlar. Bu yüzden Türkiye Avrupa Birliği’ne girmek için katlandığı rezaletlere bir son vermelidir. Afrika kıtası ile olan duvarları kaldırmalıdır. Türkiye içinse Dünya Avrupalılardan daha geniştir. Bu yüzden Türkiye Afrika’ya yeterli şekilde ilgi göstermelidir. Bu tarihi mesuliyeti görmezden gelerek Avrupa Birliği gibi beyhude birlikler peşinde koşanlardan ise tarih hesap soracaktır. |
4658 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |