KURULUŞUNUN 75. YILINDA BİRLEŞMİŞ MİLLETLER Mustafa EFE AFSAM Başkanı Geçen yüzyılda meydana gelen iki dünya savaşından sonra barış, huzur ve istikrar için, meydana gelebilecek anlaşmazlıkların sulh yoluyla çözülebilmesi amacıyla devletleri bir araya getiren ortak kuruluşlar oluşturulmuştu. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Cemiyet-i Akvâm veya Milletler Cemiyeti, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler (BM) kuruldu. Fakat her iki dünya savaşından sonra da bu birlikleri kuranlar galip devletler olduğu için, dünyaya istenen barış ve huzuru getiremediler. Bilakis huzursuzlukların kaynağı oldular. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, yapılacak anlaşmaların çerçevesini görüşmek üzere Paris Barış Konferansı toplandı. 25 Ocak 1919’da yapılan toplantısında ise uluslararası barışı ve güvenliği sağlayacak ve devam ettirecek bir Milletler Cemiyeti kurulmasına karar verildi. Bu kararı yerine getirmek için kurulan komisyonun hazırladığı Milletler Cemiyeti Sözleşmesi, 28 Haziran 1919 tarihinde imzalanan Versay Barış Antlaşması ile kabul edildi. 10 Ocak 1920’de antlaşmanın yürürlüğe girmesiyle İsviçre'de “Cemiyet-i Akvam” (Milletler Cemiyeti) adıyla kuruldu. Bu kuruluşun amacı, ülkeler arasında yaşanabilecek sorunları barışçı yollarla çözmekti; fakat ciddi bir varlık gösteremedi. Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Milletler Cemiyeti İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasını engelleyemedi. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, 1946 yılında dağıldı. Yeni tip koronavirüs süreci göstermiştir ki dünyanın bir bölgesinde ortaya çıkan gelişmeler bütün ülkeleri etkiliyor. Daha önce açlık, iç savaşlar, ABD ve Rusya gibi güçlü ülkelerin dünyadaki yıkımları ve öldürdükleri milyonların çığlıkları Washington’da Londra’da, Paris’te ya da Moskova’da duyulmuyordu. Bu ülkelerin vatandaşları ilk defa, kitlesel anlamda, ölümün soğuk yüzünü bilfiil tecrübe ettiler. Ölümün sadece üçüncü dünya ülkelerini değil, kendilerini de bulabileceğini görmüş oldular. Kendi devletleri masum insanların üzerlerine bombalar yağdırırken ses çıkarmayıp onaylayan milletler, ölümün soğuk yüzünün televizyon ekranlarından göründüğü gibi gördüler. Elbette acılar büyük ve çok zorlu. Ümit edilir ki bu süreç insanoğlunun hem birbirine karşı hem de tabiata karşı merhamet duygularını tekrar canlandırır ve ona insanlığını hatırlatır. Birleşmiş Milletler kavramı ise ilk kez Franklin D. Roosevelt tarafından Birinci Dünya Savaşı sırasında müttefik ülkeler için kullanmıştı. Şu anda anlaşıldığı şekliyle, dünyadaki bütün ülkeleri temsil eden bir yapı olarak değil, orijinalinde müttefik devletleri ifade eden bir kavramdı. Müttefik kuvvetler o zaman tam olarak “Birleşmiş Milletler Savaş Güçleri” olarak adlandırılmıştı. 25 Nisan 1945 tarihinde 50 ülkeden 850 temsilci San Francisco Konferansı’nda bir araya gelerek 111 maddeden oluşan antlaşmaya son şeklini verdile ve bu antlaşma 25 Haziran 1945 tarihinde oybirliğiyle kabul edildi. 24 Ekim 1945’te ise üye devletlerin çoğunluğunun tasdikiyle antlaşma onaylandı ve merkez ofisi New York’ta olmak üzere Birleşmiş Milletler (BM) kurulmuş oldu. BM’nin ilk Genel Sekreteri Trygve Lie ve John D. Rockefeller Jr. irtibatlar kurarak New York’ta BM binasının yapılmasını sağladı. Rockefeller bugünkü BM binasının bulunduğu mezbaha alanını satın aldı ve BM’ye bağışladı. Sovyet güçlerinin İran’dan çekilmesi, Keşmir’de ateşkes gibi konularda gayret gösterse de, İsrail’in bir savaş ilanı anlamına gelen kuruluşu için en büyük desteği veren de Lie idi. BM’nin ilk yaptığı işlerden biri İsrail’in kuruluşunu sağlamak olmuştu. Dahası, bugüne kadar İsrail’in uyguladığı devlet terörüne karşı BM birçok karar almış olsa da bu kararları uygulamadı. Temmuz 1944’teki Bretton Woods Anlaşması ile dünyadaki para ve finans sistemi inşa edildi. Bu anlaşma ile Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası da kuruldu. 1971 yılında ABD, doların altına dönüştürülebilirliğini kaldırınca, Bretton Woods ile getirilmiş olan “altın döviz standardı” çöktü. Aslında 1971 yılından bu yana dünya para ve finans sisteminde bir anarşi hüküm sürüyor. Aynı şekilde BM de kuruluşundan itibaren ortaya çıkan savaşları engelleyemediği için, dahası İsrail ve Amerikan işgallerini meşrulaştıran bir yapı haline dönüştüğü için, dünyada aslen küresel bir anarşi devam ediyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin hegemonik güç olarak savunduğu serbest pazar ekonomisinin ilkeleri, dolar üzerinden uluslararası finans ve ticaret işleyişini şekillendirdi. BMGK’nin veto yetkisine sahip beş daimî üyesi olan ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Birleşik Krallık aynı zamanda dünyanın en çok silah üreten ve pazarlayan ülkeleridir. Dünya silah ticaretinin baş aktörlerinden oluşan Güvenlik Konseyi’nin dünya barışına kalıcı katkıda bulunmasını beklemek abesle iştigaldir. Savaş ve çatışmaların önleyicileri olmak bir tarafa, bu çatışmaların kaynakları bizzat kendileridir. Kapitalist sistem için önemli olan silahların satılmasıdır; bu silahın kimi öldürdüğünün ise bir kıymeti yoktur; tabii kendine yönelmediği müddetçe... BM’nin mevcut yapısı ve yapılması gerekenler BM 75 yıl öncesinin siyasî ve askerî güç dengesine göre kurulmuş bir yapı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararları, üye ülkeler tarafından verilen bir önergenin 15 üye ülkeden dokuzu tarafından kabul edilmesi ve BMGK daimî üyesi ülkelerden birinden ret oyu almamış olması şartıyla alınır. BM’nin kuruluşundan beri temel vaadi olan “barış ve güvenliği” sağlama konusunda yetersiz kaldığı ise izahtan varestedir. Bundan dolayı BMGK’nin yapısına ve 5 daimî üyesinin veto yetkisine itirazlar yükseliyor. BM ise gelen tepkileri hafifletmek ve tepki sahiplerini oyalamak için BMGK Geçici Üyeliği kurumunu öne sürdü. Fakat BM bu haliyle egemenlerin, güçlülerin zulümlerini devam ettirme mekanizması olarak çalıştı. Birleşmiş Milletler 51 ülke ile kurulmuştu. Bugün ise dünyada BM’nin tanıdığı 193 bağımsız ülke var. Aradan 75 yıl geçmiş, dünyadaki ülke sayısı dört katına çıkmış ve dünya post-dijital döneme geçmiş olsa da BM hâlâ statükoyu korumak ve aynı yapıda kalmak için direniyor. BMGK Geçici Üyelikleri ile dünyayı oyalamaya çalışıyor. Şu anda 142 ülke, kendilerinin olmadığı bir dönemde kurulan bu yapıların aldığı kararlara uymak zorunda bırakılıyor. Bugün İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi (27’si aynı zamanda Afrika Birliği üyesi) 56, Afrika Birliği Üyesi 54, Latin Amerika ve Karayipler Birliği üyesi 32 ülkeden hiçbirinin BM Güvenlik Konseyi’nde yeri ve veto hakkı bulunmuyor. Her ne kadar bugün BM varsa da imzalanan sözleşmelere, kurallara veya alınan kararlara uyulup uyulmadığını kontrol edecek ve uymayanları cezalandıran merkezi bir otorite olmadığı için, BMGK üyesi ülkeler BM’nin gücünü kullanıyor, işlerine geldiği yerde de sözleşmeleri/kararları ihlâl ediyorlar. BM çatısı altında çalışan 60’ın üzerinde kurum, ajans, fon ve program bulunuyor. Çatısı altındaki bu kuruluşlarla BM sağlık, gıda, çevre, kalkınma, mülteciler, sığınmacılar, uluslararası taşımacılık, turizm gibi neredeyse bütün konularda uluslararası sistemi düzenliyor. Şu anda yapılması gereken, BM’nin önce isminden başlayarak tekrar “Milletler Birliği” gibi bir isim değişikliğine gitmek, ardından da BMGK yapısını bütün bölgeleri temsil edecek bir yapıya kavuşturmak olmalı. Bugün içinde yaşadığımız uluslararası sistem, egemen ve baskın güçlerin işlerini kolaylaştıran bir kapitalist sistemdir. Aslında BM gibi uluslararası kuruluşlar, bu küresel kapitalist sistemin altyapısının düzenleyicisi ve kontrolörü konumundadırlar. Bu durum bir çeşit modern yeni sömürgecilik biçimidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM toplantılarında sürekli dile getirdiği “Dünya beşten büyüktür” ifadesinde kendini bulan, insanlığın kaderinin sınırlı sayıda ülkenin ihtiyarına bırakılamayacağı, zihniyetleri ve kurumları değiştirmek gerektiği söylemi, yeni bir dünyanın kurulması için önemli. BM’nin soykırımlardaki rolü BMGK’nin veto yetkisine sahip beş daimî üyesi olan ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Birleşik Krallık aynı zamanda dünyanın en çok silah üreten ve pazarlayan ülkeleridir. Dünya silah ticaretinin baş aktörlerinden oluşan Güvenlik Konseyi’nin dünya barışına kalıcı katkıda bulunmasını beklemek abesle iştigaldir. Savaş ve çatışmaların önleyicileri olmak bir tarafa, bu çatışmaların kaynakları bizzat kendileridir. Kapitalist sistem için önemli olan silahların satılmasıdır; bu silahın kimi öldürdüğünün ise bir kıymeti yoktur; tabii kendine yönelmediği müddetçe... Bundan dolayı BM’nin çatışmaların önlenmesi için gönderdiği “Barış gücü” askerleri bir “savaş gücü” olarak faaliyet gösterirler. Örneğin Ruanda’da BM çatısı altında görev yapan (başta Fransa ve Hollanda olmak üzere) kimi Batılı ülkelerin askerleri soykırıma çanak tuttu. Ruanda’daki BM Barış Gücü Komutanlığı görevi Kanada’daydı. BMGK, Barış Gücüne katliamı durdurması için izin vermedi. Kigali’de Belçika askerlerinin yerleştiği okuldaki askerler çıkarıldıktan sonra, oraya sığınan binlerce insan öldürüldü. BM tamamen başarısız oldu. 22 Haziran 1994’te BMGK insani yardım için Kongo’daki Goma’ya “Turkuaz Misyonu” adı altında Fransa’nın asker göndermesine izin verdi. Fakat Fransa orada öldürülen Tutsileri korumak yerine Hutu ordusuna ve militanlarına yardım etti. Fransızların kontrolündeki bölgede binlerce Tutsi öldürüldü. Fransız askerleri Ruanda Yurtsever Cephesi’ne karşı savaştılar. Dahası Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde görevli BM askerlerinin, isyancı milislere altın ve fildişi karşılığı silah verdiği, BM'nin tedarik ettiği bu silahlarla isyancıların Ruanda'da soykırıma giriştiği ortaya çıktı. Fakat bunların hepsi örtbas edildi. BM yetkilileri ise yaptıkları açıklamalarda soruşturmayı siyasi nedenlerle derinleştiremediklerini söylemekteler. İngiltere 1952’de Kenya’da bağımsızlık için ayaklanan Kenyalılara karşı soykırım uygulamış, on binlerce Kenyalıyı öldürerek bağımsızlık mücadelesini bastırmıştı. Soğuk Savaş döneminde ABD Vietnam’da 1 ila 2 milyon insanın ölümüne sebep oldu; Endonezya’da CIA desteğiyle yapılan ordu darbesinde yaklaşık 1 milyon kişi öldü; Kamboçya’da 1969-75 arasında bombalama, açlık ve siyasi kargaşadan dolayı çok sayıda kişi hayatını kaybetti. Bunların yanı sıra birçok ülkede yönetimler ABD desteğiyle devrildi. Fakat BM bunların hiçbirinin hesabını sormadı. Müslüman halklar ve ezilmiş üçüncü dünya ülkeleri ya da “failed states” denen ülke insanları, uluslararası toplantılarda liderlerine reva görülen muameleler, incitici davranışlar ve onur kırıcı tavırlardan bıkmış durumdalar. İşte bu halklar, tarihî birikimi ve tarihte oynadığı rolden dolayı ülkemizden beklenti içindeler. BM ve İslâm dünyası Kurulduğu günden bu yana BM genel sekreterliğine hiçbir zaman bir Müslüman seçtirilmedi. Mısır’dan Butros Gali seçilmişti fakat o da bir Hristiyandı. Türkiye bu konuda da İslam İşbirliği Teşkilatı’nı, D8’i, Türk Keneşi’ni harekete geçirerek BM Genel Sekreterliğine Müslüman bir kişinin seçilmesi için çalışabilir. Bu aynı zamanda BM’de reform yapılabilmesinin de önünü açacak bir çalışma olacaktır. BM’nin 60 alt kurum ve kuruluşunun en önemlilerinden hiçbirinin merkezi bir İslam ülkesinde değil. Sadece Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Konseyi (ESCWA) gibi önemsiz, ne yaptığı bile belirsiz olan bir organizasyonun merkezi Lübnan’ın başkenti Beyrut’tadır. Bir de İsrail’in terör uyguladığı Filistin’de, mültecilere yardım ettiğini söyleyen, 20 bin çalışana sahip (artık nerede çalışıyorlarsa), Gazze merkezli bir kuruluş olan Birleşmiş Milletler Filistin Mültecilerine Yardım Kuruluşu (UNRWA) var. BM ABD’nin İslam dünyasındaki yakıp yıkmalarına, haksızlık ve hukuksuzluklarına karşı da sessiz kaldı. ABD Lübnan’da 1983 yılında binlerce kişiyi katletti. İslam dünyasındaki ülkelerin halkları yavaş yavaş gerçekten söz sahibi olmaya başlayınca, bunların istikrarsızlaştırılması ve yıkılması için çalıştı. 1990 yılında ABD’nin Körfez Saldırısı sonrası Irak’ın işgal edilmesiyle, Moğollardan bu yana ilk defa Bağdat bu çapta bir tahribat yaşamıştır; bu süreçte bir milyonun üzerinde insan ölmüştür. ABD’nin çıkarlarının bekçiliğini birinci görev bilen BM Güvenlik Konseyi, 4 Aralık 1992 tarihinde aldığı bir karar uyarınca, Somali’de yaşanan açlık dramından Somali halkının kurtarılması(!) amacıyla “Umut Operasyonu” adı altında askeri bir operasyona girişti. “Umut Operasyonu” adı verilen bu işgal hareketinin amacı Somali’yi derin bir kaosa sürüklemekti ve bunda da başarılı oldular; Somali hâlâ toparlanamadı. BM’ye bağlı faaliyet gösteren Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Kovid-19 sürecinde, bu virüsün yapısının ortaya çıkarılması, dünyaya gereken bilgilerin yeterli şekilde ulaştırılması ve salgının önlenmesi konusunda başarısız olmuştur. DSÖ yüzde 3,4’lük ölüm oranı tahminini doğrulayan tek bir çalışma yokken bu rakamı açıklayabilmiştir. DSÖ hangi akademik çalışmaların ve basın kuruluşlarının Kovid-19 manipülasyonu içinde yer aldığını açıklamak zorundadır. Daha önce de tıbbî sahtekârlıklar ve yanlış salgın ihbarlarına şahit olunun DSÖ, dünya aşı lobisinin taşeronluğunu yapan bir mekanizmaya dönmüş durumda. Bu başarısızlıklardan dolayı bugün ABD dahi DSÖ’ye sağladığı fonları askıya alacağını duyurdu; Brezilya da ayrılmak üzere. Hâlbuki yapılması gereken, BM yapısının tamamen değiştirilmesidir. Bosna’da yaşanan vahşi soykırım ise BM tarihinin bir başka karanlık sayfasıdır. BM 1993 yılında Srebrenitsa'yı Boşnaklar için “güvenli bölge” ilan etmişti. Binlerce Boşnak, Hollandalı askerlerden oluşan BM barış gücünün karargâhına sığınmıştı. Müslümanların elindeki silahlar, BM Barış Gücü tarafından, koruma gerekçesiyle toplanmıştı. Sırp güçlerin kampı kuşatması üzerine, BM askerleri 1995 yılında binlerce Boşnak’ı Sırplara bizzat teslim etti ve soykırıma uğramalarına sebep oldu. BM bunun hesabını da henüz vermiş değil. Irak’tan sonra, 11 Eylül bahane edilerek Afganistan işgal edildi. Yetmediği görülünce Arap Baharı sürecinde Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve son olarak da Sudan kaosa sürüklendi. ABD Orta Doğu’da “ezilenler ve antidemokratik şartlarda yaşayanlara demokrasi taşımak” amacıyla Afganistan ve Irak’ı tamamen yıkarcasına bombaladı. Bu bölgedeki insanları kitlesel halde öldürerek, yerlerinden ederek bu topraklarda inşa edilmiş, yaşamış ve hâlâ yaşayan İslam medeniyetinin izlerini silmek için çalışıyor. Müslüman halklar ve ezilmiş üçüncü dünya ülkeleri ya da “failed states” denen ülke insanları, uluslararası toplantılarda liderlerine reva görülen muameleler, incitici davranışlar ve onur kırıcı tavırlardan bıkmış durumdalar. İşte bu halklar, tarihî birikimi ve tarihte oynadığı rolden dolayı ülkemizden beklenti içindeler. Kovid-19, BM ve DSÖ Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) süreci göstermiştir ki dünyanın bir bölgesinde ortaya çıkan gelişmeler bütün ülkeleri etkiliyor. Daha önce açlık, iç savaşlar, ABD ve Rusya gibi güçlü ülkelerin dünyadaki yıkımları ve öldürdükleri milyonların çığlıkları Washington’da Londra’da, Paris’te ya da Moskova’da duyulmuyordu. Bu ülkelerin vatandaşları ilk defa, kitlesel anlamda, ölümün soğuk yüzünü bilfiil tecrübe ettiler. Ölümün sadece üçüncü dünya ülkelerini değil, kendilerini de bulabileceğini görmüş oldular. Kendi devletleri masum insanların üzerlerine bombalar yağdırırken ses çıkarmayıp onaylayan milletler, ölümün soğuk yüzünün televizyon ekranlarından göründüğü gibi gördüler. Elbette acılar büyük ve çok zorlu. Ümit edilir ki bu süreç insanoğlunun hem birbirine karşı hem de tabiata karşı merhamet duygularını tekrar canlandırır ve ona insanlığını hatırlatır. BM’ye bağlı faaliyet gösteren Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Kovid-19 sürecinde, bu virüsün yapısının ortaya çıkarılması, dünyaya gereken bilgilerin yeterli şekilde ulaştırılması ve salgının önlenmesi konusunda başarısız olmuştur. DSÖ yüzde 3,4’lük ölüm oranı tahminini doğrulayan tek bir çalışma yokken bu rakamı açıklayabilmiştir. DSÖ hangi akademik çalışmaların ve basın kuruluşlarının Kovid-19 manipülasyonu içinde yer aldığını açıklamak zorundadır. Daha önce de tıbbî sahtekârlıklar ve yanlış salgın ihbarlarına şahit olunun DSÖ, dünya aşı lobisinin taşeronluğunu yapan bir mekanizmaya dönmüş durumda. Bu başarısızlıklardan dolayı bugün ABD dahi DSÖ’ye sağladığı fonları askıya alacağını duyurdu; Brezilya da ayrılmak üzere. Hâlbuki yapılması gereken, BM yapısının tamamen değiştirilmesidir. Sonuç Halihazırda çöküş halindeki bu dünya düzeni, kan ve gözyaşı üzerine kurulmuştur. Kapitalist hırslara mahkûm, duygusuz, ruhsuz, vicdansız ve insanı dikkate almayan, merhameti ölmüş/öldürmüş yapılar dünyaya huzur getiremez. Ümit ediyoruz ki bu salgın sürecinin bir çıktısı olarak, BM’ye üye ülkelerin tamamı, kuruluşunun 75. yılında BM’nin reforme edilmesi ve hakkaniyetli bir dünya düzenin kurulması için işbirliği yaparlar. Bu yapılmadığı takdirde, dijitalleştirilen yaşam biçimleriyle insanlık üzerinde daha büyük tahakkümler kurulacaktır. Atom çağında bile yapamadıklarını dijitalleşmiş hayat içinde yapacaklardır. [Mustafa Efe Afrika Stratejik Araştırmalar Merkezi (AFSAM) başkanıdır] “Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir. |
826 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |